Telefon
WhatsApp
İnstagram

Mültecilik Statüsünün Verilmesinde Esas Alınan Kriterler

Hukuk alanındaki önemli makale, rapor ve bültenlere bu sayfadan ulaşabilirsiniz. Güncel yasal gelişmeleri ve uzman analizlerini inceleyin.

Mültecilik Statüsünün Verilmesinde Esas Alınan Kriterler

Mültecilik Statüsünün Verilmesinde Esas Alınan Kriterler

230 Görüntüleme 08 Aralık 2024, 21:55

A-GENEL OLARAK:

Mülteci Statüsü Belirleme (MSB), sığınma başvurusunda bulunan bireye “mülteci” statüsü verilip verilemeyeceğinin belirlenmesi için kişinin bilgilerinin toplanmasını ve sığınma başvurusunun incelenmesini içeren bir süreçtir. UNHCR nezdinde bir bireye “mülteci” statüsü verilip verilemeyeceğinin belirlenmesi için, ilgili bireyin durumunun 1950 tarihli UNHCR Tüzüğü ve Mültecilerin Statüsüne İlişkin 1951 Sözleşmesi’nin 1 (A) Maddesinde yapılan mülteci tanımında belirtilen kriterleri karşılaması gereklidir. Türkiye’deki uluslararası koruma başvurularının kaydından ve değerlendirilmesinden başlıca sorumlu olan kurum Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’dür. 

Yabancılar Ve Uluslararası Koruma Kanunu'nun 65. maddesine göre "Uluslararası koruma başvuruları valiliklere bizzat yapılır." Ancak 78. maddeye göre "Başvuru, kayıt tarihinden itibaren en geç altı ay içinde Genel Müdürlükçe sonuçlandırılır."

Mülteci statüsü, bireysel bir MSB mülakatı yapılarak belirlenir. UNHCR’nin gerçekleştirdiği bu mülakat yoluyla, sığınmacıların kendi geçmişlerini ve tecrübelerini ayrıntılarıyla anlatmaları ve anavatanlarından kaçma sebeplerini ve neden geri dönmekten korktuklarını şahsen açıklamaları için sığınmacılara bir fırsat sunulmaktadır. UNHCR, mülakat sırasında sığınmacının verdiği tüm bilgileri değerlendirip sığınmacının ülkesindeki durumla ilgili mevcut bilgileri inceledikten sonra yapılan başvuruyla ilgili bir karar verir. UNHCR Türkiye Ofisi, 2016 yılında 20.011 kişi için MSB kararı vermiştir. (Birleşmiş Milletler Mülteci Örgütü, 2001-2018)

Bir kişinin mülteci statüsünü elde etmesi için bu statünün kendisine yasal olarak tanınması gerekmemektedir. İlgili kişi, Türkiye'nin de tarafı olduğu, 1951 sözleşmesinde belirlenen kriterleri sağladığı andan itibaren bu statüyü zaten kazanmıştır. Bu nedenle, mülteci statüsünün yasayla yetkilendirilmiş kurumlarca tanınması, statünün kazanılmasından sonra gerçekleştiğinden var olanın tespitinden ibarettir.

1951 Sözleşmesinde mülteci tanımı yapılmakla birlikte, mülteci statüsünün belirlenmesine ilişkin kıstaslar sözleşmede hüküm altına alınmamış, taraf devletlere, bu konuda serbesti tanınmıştır. Bu nedenle, taraf devletlerin benimsedikleri kıstaslar da, birbirlerinden farklıdır. 

Bu durumu ve 1951 Sözleşmesi ve 1967 Protokolü ile yükümlü Devletlerin özdeş usuller oluşturabilmelerinin imkansızlığını dikkate alan Yüksek Komiserlik Yürütme Komitesi, 1977 Ekim ayında yaptığı yirmi sekizinci dönem toplantısında, bu usullerin belirli temel gerekliliklere cevap verebilmesini tavsiye etmiştir. Mülteci statüsü başvuru sahibinin yukarıda sözü edilen özel durumunu da yansıtan ve başvuru sahibine bazı temel güvenceler sağlamaya yönelik bu temel gereklilikler şunlardır:

i) Başvuru sahibinin Taraf Devletin sınır kapısında ya da ülkesinde başvuruda bulunacağı yetkili memurları (örneğin göçmenlik memuru ya da sınır polisi), ilgili hukuki belgeler kapsamına giren başvurularda yapılacak işlemler hususunda açık biçimde talimat almış olmalıdır. Memur, geri göndermeme (non-refulman) ilkesine uygun davranmak ve bu başvuruları bir üst makama iletmekle yükümlü olmalıdır.

ii) Başvuru sahibi, izlenecek usul hakkında gereğince bilgilendirilmelidir.

iii) Mülteci statüsü başvurularını incelemek ve birinci derecede karar vermekle yetkili mercilerin (elden geldiğince tek bir merkezi makam) hangileri olacağı açıkça belirlenmelidir.

iv) Başvurusunu ilgili makamlara ibraz edebilmesi için, başvuru sahibine, konuya hakim bir tercümanın sağlanması dahil, gerekli tüm imkan ve vasıtalar sağlanmalıdır. Başvuru sahibine aynı zamanda, bir BMMYK görevlisiyle de irtibat kurma olanağı tanınmalı, kendisine bu hakka sahip olduğu bildirilmelidir.

v) Başvuru sahibine mülteci statüsünün tanınması halinde, kendisine bu karar bildirilmeli ve mülteci statüsünü kanıtlayan belgeler tanzim edilmelidir.

vi) Başvurunun reddedilmesi halinde, başvuru sahibine, ülkedeki sistem gereğince kararı veren merci ya da başka bir idari ya da adli makam nezdinde kararın yeniden gözden geçirilmesi müracaatında bulunabilmesi için yeterli süre tanınmalıdır.

vii) Makam başvurunun sığınma hakkını kötüye kullanmak amacıyla yapılmış olduğuna hüküm vermedikçe, başvuru hakkındaki ilk müracaat yukarıda (iii) sayılı paragrafta belirtilen yetkili merci tarafından sonuçlandırılana dek başvuru sahibinin bu ülkede kalmasına izin verilmelidir. Başvuru sahibinin, karara daha üst idari makamlar veya mahkemeler nezdinde itirazı durumunda da, bu makamlarca itiraz hakkında bir karar verilinceye kadar kişinin ülkede kalmasına izin verilmelidir. (Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği El Kitabı, 2013, s. 39)

B-OLGULARIN SAPTANMASI:

1 - İlkeler ve Yöntemler:

Bireysel başvurunun ilgili unsurları, öncelikle başvuru sahibi tarafından yetkili kişi veya kuruma bildirilecektir. Başvuru sahibinin beyanlarının inanılırlığı ve sunduğu kanıtların geçerliliğinin değerlendirilmesi ise ilgilinin hukuki statüsünü belirlemekle görevli yetkili kişi ya da kurum tarafından yapılacaktır. 

Türk hukuku açısından Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) 10 Eylül 2018 tarihi itibariyle Türkiye’de kayıt alma işlemlerini sonlandırmıştır. Bu tarihten sonra yabancılar ve uluslararası koruma kanunu gereğince, Türkiye’de uluslararası koruma başvurusunda bulunmak isteyen yabancılar, ülkeye giriş yapmalarına müteakip illerde bulunan il göç idaresi müdürlüklerine (İGİM) müracaat ederek başvuru talebinde bulunacaklardır. (Birleşmiş Milletler Mülteci Örgütü, 2018) 

İspat yükümlüğünün iddia sahibine ait olduğu genel bir hukuk ilkesidir. Ancak, çoğu kez, başvuru sahibi beyanlarını belgelere dayalı ve diğer somut kanıtlarla destekleyemeyebilir ve bütün beyanların kanıta dayandırılabildiği durumlar, kuraldan çok istisnadır. Çoğu kez, zulümden kaçan kişiler yanlarında ancak en gerekli ihtiyaç maddeleri ile gelirler ve çoğu zaman kişisel kimlik belgeleri de bulunmaz. Bu durumda ispat yükü başvuru sahibine ait olmakla birlikte, bütün ilgili unsurların gerektiği biçimde değerlendirilmesi, başvuru sahibi ile resmi memurun ortak görevidir. Hatta bazı durumlarda, başvurudaki iddiaları kanıtlamaya yarayacak belgeleri toplamak için elindeki tüm olanakları kullanmak memura düşer. Ancak memurun yürüteceği bu bağımsız araştırma her zaman başarıyla sonuçlanamayabilir ve bazı beyanlar kanıtlanamayabilir. Böyle durumlarda, başvuru sahibinin açıklamaları inanılır görünüyorsa, aksini gösterecek çok güçlü kanıtlar olmadıkça, şüphe başvuru sahibi lehine yorumlanmalıdır. (Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği El Kitabı, 2013, s. 40)

Dolayısıyla mülteci statüsü başvurusunda bulunan kişinin içinde bulunduğu özel durumun arz ettiği kanıt sağlama güçlüğü dikkate alınarak, kanıt sunma koşulu çok sıkı uygulanmamalıdır. Buna karşılık, kanıtlarla desteklenemeyen beyanların, başvuru sahibi tarafından öne sürülen iddiaların bütünüyle bağdaşmaması halinde, doğru sayılması gerekmemektedir. Yanlış beyanlar, mülteci statüsü talebinin reddi için başlı başına neden oluşturmaz ve bu tür beyanların başvurunun bütün koşullarını da göz önüne alarak değerlendirmek, inceleme memurun sorumluluğudur. (Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği El Kitabı, 2013, s. 40)

2-Şüphenin başvuru sahibi lehine yorumlanması:

Başvuru sahibi hikayesini ispatlamak için içten bir çaba sarf etse de, bazı beyanlarının doğruluğunun ortaya konması için yeterli kanıt olmayabilir. Bir mültecinin başvurusunun her kısmını “kanıtlayabilmesi” nadiren mümkün olur ki böyle bir koşul, sığınma başvurularının büyük çoğunluğunun reddiyle sonuçlanacaktır. Bu nedenle, çoğu kez şüphenin, başvuru sahibi lehine yorumlanması gerekir. Ancak, şüphenin başvuran lehine yorumlanması için eldeki tüm kanıtların toplanmış, doğruluğunun araştırılmış ve başvuru sahibinin inanılırlığı hakkında inceleme memurunun olumlu bir kanıya varmış olması gerekir. Başvuru sahibinin beyanları tutarlı ve akla yatkın olmalı ve herkesçe bilinen gerçeklere aykırı düşmemelidir. (Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği El Kitabı, 2013, s. 42)

C- OLGULARIN SAPTANMASI SÜRECİNDE ÖZEL SORUNLARLA KARŞILAŞILAN BAŞVURULAR

1 - Zihinsel rahatsızlığı olan kişiler

Zihnen rahatsız bir kişi mülteci olabilir ve bu yüzden başvurusu göz ardı edilemez, ancak başvurunun incelenmesinde farklı özel teknikler uygulanır. Böyle durumlarda inceleme memuru elden geldiğince uzman hekimlere danışmalıdır. Başvuru sahibi hakkında düzenlenecek doktor raporu, kişinin akli rahatsızlığının niteliği ve derecesi ile kişinin başvurusunu ilgili makamlara iletebilmesi için normalde kendisinden beklenenleri aklen yerine getirip getiremeyeceği hususunda bilgileri içermelidir. Doktor raporunda varılan yargı, başvurunun incelenmesinde izlenecek yolu belirleyecektir. (Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği El Kitabı, 2013, s. 42)

Akli sorunları bulunan kimselerin başvurularının değerlendirilmesinde, normal koşullar altında öznel “korku” unsuruna atfedilmesi gereken önemin, daha az güvenilir olması ihtimaline karşı daha az dikkate alınması ve nesnel durum üzerinde daha çok durulması doğru olacaktır. (Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği El Kitabı, 2013, s. 42)

2- Refakatsiz çocuklar

1951 Sözleşmesinde çocukların mülteci statüsüne ilişkin özel bir hüküm yoktur. Mülteci tanımı yaşlarına bakılmaksızın herkes için aynıdır. Çocukların mülteci statüsünün belirlenmesinde, “haklı nedenlere dayanan zulüm korkusu” kriterini uygularken sorun yaşanabilir. Eğer çocuğun yanında ana-babasından biri (ya da ikisi) ya da ailesinden kendisine bakmakla yükümlü başka bir aile ferdi varsa ve bu kimse de kendisi için mülteci statüsü tanınması talebinde bulunuyorsa, çocuğun mülteci statüsü aile birliği ilkesine göre belirlenecektir. Refakatsiz bir çocuğun mülteci statüsü belirlenirken ilk saptanması gereken husus, çocuğun zihinsel gelişim ve olgunluk düzeyidir. Çocukların başvurularında genellikle, çocuk psikolojisine hakim uzmanların bilgi ve yardımına ihtiyaç duyulacaktır. (Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği El Kitabı, 2013, s. 43)

Çocuğun ana-babasının ve diğer aile bireylerinin içinde bulundukları koşullar, özellikle çocuğun menşe ülkesindeki durumları, dikkate alınmalıdır. Ana-babanın, haklı nedenlerden kaynaklanan zulüm korkusu yüzünden çocuğun menşe ülkeleri dışında olmasını istediklerini düşünmek için sebep varsa, çocuğun da böylesi bir korku taşıdığı varsayılabilir. (Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği El Kitabı, 2013, s. 44)

D- KONUYA İLİŞKİN YARGI KARARLARI

1-Anayasa Mahkemesi Azızjon Hıkmatov Başvurusu

Anayasa Mahkemesi Azızjon HIKMATOV başvurusunda ( 2015/18582 ) 10.05.2017 tarihli kararında, ülkesinde kötü muameleye maruz kalacağı yönündeki iddiaları araştırılmadan, yabancının sınır dışı edilmesine karar verilmesinin Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan kötü muamele yasağını ihlal ettiğine karar vermiştir.

Olaylar

Başvurucu, Özbekistan vatandaşı olup 2009 yılında yasal yollardan Türkiye'ye giriş yapmış, üniversite öğrencisi olduğu dönemde ülke yönetimi aleyhine siyasi eylemlere katılması nedeniyle hedef hâline geldiğini, ülkesinde muhalif kişilerin baskı ve zulüm gördüğünü belirterek Türkiye'den uluslararası koruma talebinde bulunmuştur. Talebine ilişkin işlemlerini tamamlamak üzere Gaziantep'e yönlendirilen başvurucu, burada tanıştığı Özbekistan vatandaşı S.K. ile evlenmiş ve bu evlilikten 2011 ve 2012 doğumlu iki çocuğu olmuştur. Başvurucu ve ailesine uluslararası koruma taleplerine ilişkin işlemler sonuçlanıncaya kadar Gaziantep'ten izinsiz ayrılmamak koşuluyla geçici ikamet izni verilmiştir. Başvurucuya, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) tarafından da iltica başvurusu üzerine 30.6.2010 tarihinde geçici mülteci statüsü verilmiştir.

Başvurucu 15.3.2015 tarihinde, Kilis Emniyet Müdürlüğüne bağlı ekipler tarafından durdurulan Suriye plakalı bir araçta yakalanmış, üzerinde kimliğini gösteren bir belge bulunmadığı anlaşılmıştır. Emniyet yetkilileri başvurucunun yanındaki dört kişiyle birlikte yasa dışı yollardan Suriye'deki çatışma bölgelerine geçmeye çalıştığını değerlendirmişlerdir. Başvurucu ise Gaziantep'te iş olanaklarının sınırlı olması nedeniyle çatışma bölgesine değil birtakım eşyaları satmak üzere güvenli bölgeye geçmek istediğini söylemiştir. Araçta yapılan arama sonucunda polisler kime ait olduğu belli olmayan bir adet kamuflaj (kışlık mont) bulmuştur. Başvurucu, Arapça bildiğini ve pazarlama konusunda aldığı eğitimleri gösteren belge ve sertifikalar sunmuştur.

Anılan gelişmeler üzerine başvurucunun uluslararası koruma talebi, Batman Valiliği Göç İdaresi Müdürlüğü tarafından reddedilmiş; hakkında yurda giriş yasağı kararı alınmış ve kamu güvenliği açısından tehdit oluşturduğu gerekçesiyle 14.5.2014 tarihinde başvurucunun sınır dışı edilmesine karar verilmiştir.

Başvurucu tarafından anılan kararın iptali istemiyle açılan dava, Batman İdare Mahkemesinin (İdare Mahkemesi) 4.11.2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Kararda, başvurucunun sınır dışı edilmesi hâlinde Özbekistan'da öldürülebileceğine ya da kötü muameleye maruz kalacağına ilişkin iddiaları hakkında herhangi bir araştırma veya değerlendirmeye yer verilmemiştir. 

Bu karar başvurucu tarafından 4.12.2015 tarihinde öğrenilmiş olup aynı tarihte tedbir talepli bireysel başvuruda bulunulmuştur. Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümü tarafından İçtüzük'ün 73. maddesi uyarınca sınır dışı işleminin tedbiren durdurulmasına karar verilmiştir.

İddialar

Başvurucu; ülkesi Özbekistan'da muhalif tavrı nedeniyle zulüm görme tehlikesi altında olduğu için 2009 yılında ülkesinden kaçarak Türkiye'ye sığındığını, Özbekistan'da insan hakları ihlallerinin çok yaygın olduğunu, cezaevlerinde sistematik işkence yapıldığını, ülkesine geri gönderilmesi hâlinde öldürülme ya da kötü muameleye maruz kalma tehlikesi altında bulunduğunu ileri sürmüş; maddi ve manevi tazminat ile adli yardım taleplerinde bulunmuştur. 

Mahkemenin Değerlendirmesi

Anayasa Mahkemesi bu iddia kapsamında özetle aşağıdaki değerlendirmeleri yapmıştır:

Başvurucunun sunduğu bilgi ve belgeler, geri gönderilen ülkenin koşullarına ilişkin AİHM tarafından yapılan değerlendirmeler, başvurucunun Suriye'deki çatışmalar başlamadan önceki bir tarihte (2009) Türkiye'ye giriş yaparak uluslararası koruma talebinde bulunması ve BMMYK tarafından başvurucuya 2010 yılında geçici mülteci statüsü verilmesi birlikte değerlendirildiğinde başvurucunun ülkesinde kötü muameleye maruz kalabileceğine ilişkin iddialarının araştırmaya değer nitelikte olduğu anlaşılmaktadır.

Bundan sonraki aşamada başvurucunun savunulabilir iddiasının idari ve yargısal makamlar tarafından ayrıntılı bir şekilde araştırılıp araştırılmadığı, bir diğer ifadeyle yargılama aşamasında kötü muamele yasağı kapsamındaki usul güvencelerinin sağlanıp sağlanmadığı incelenecektir.

Başvuru konusu olayda İdare Mahkemesi; başvurucunun kamu güvenliği bakımından tehdit oluşturan kişilerden olduğunu, hakkında Türkiye'ye giriş yasağı bulunduğunu ve uluslararası koruma talebinin reddedildiğini belirterek sınır dışı edilmesinde hukuka aykırılık bulunmadığına karar vermiştir.

Bununla birlikte başvurucunun 2009 yılından itibaren istikrarlı bir şekilde önce BMMYK ve Göç İdaresi önünde sonrasında ise İdare Mahkemesinde görülen davada dile getirdiği iddiaları dikkate alınmamıştır. Başvurucunun AİHM'in kararlarına ve insan hakları alanında araştırma yapan sivil toplum örgütlerinin raporlarına konu olmuş iddialarının doğru olup olmadığı hususunda yargılama aşamasında herhangi bir araştırma yapılmadığı gibi kararda da anılan iddialara neden itibar edilmediği konusunda bir değerlendirmeye yer verilmemiştir.

Dolayısıyla idari dava sürecinde Özbekistan'a gönderilme durumunda maruz kalınabileceği iddia edilen riske ilişkin araştırma ve değerlendirme yükümlülüğü yerine getirilmemiştir.

Sonuç olarak Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kötü muamele yasağının ihlal edildiğine karar verilmiştir. (Anayasa Mahkemesi, 2017)

Kanaatimizce, Anayasa Mahkemesi'nin kararı; başvurucunun iddialarının yeterince incelenmemesi, ülkesinde kötü muameleye maruz kalıp kalmayacağı hususunun yeterince araştırılmaması üstelik bu konuda başvurucunun iddialarının hangi gerekçeyle araştırmadığının da mahkeme kararında açıklanmaması sebebiyle yerindedir.

2- AİHM A.D ve Diğerleri - Türkiye Davası 

Başvurucu A. D. 1969 doğumlu Kürt kökenli ve sünni bir İran vatandaşıdır eşi P. S. ise 1976 doğumlu Azeri kökenli ve şii mezhebindendir. A. D. 31 Kasım 1994 tarihinde İran makamları tarafından İran Kürt Demokrat Partisi adına faaliyetlere katılması nedeniyle takibat başlatması üzerine Türkiye’ye sığınır, BMYK’ne mülteci başvurusunda bulunursa da mahkeme kararıyla ülkesine geri gönderilir. A. D. İran’da iken P.S. ile tanışır ve çift evlenmeye karar verir. Şii mezhebinden olan P. S. nin babası bu evliliğe rıza vermemesine rağmen çift Sünni geleneklerine uygun olarak evlenir. Ancak, baba izni olmaksızın evlenme Şii şeriat hukukuna aykırı olduğu için çift tutuklanır. (KORKUT, 2008)

1996 yılında çiftin davasına bakan mahkeme A.D. ve P.S.’nin evliliklerini geçersiz sayar, her ikisine para cezası verir ve P. S.’nin babası çiftin Şii şeratına uygun olarak yeniden evlenmesi için onay verir. Ancak ilk evlilikleri geçersiz olduğundan hem A. D. Hem de P. S. Evlilik dışı cinsel ilişkide bulunmak suçundan (Zina-e qir mohsenah) 100’er adet kırbaç cezası ile cezalandırılır. Haad adı verilen bu ceza kesindir. A. D.’ye verilen kırbaç cezası 1997 yılında infaz edilir, P. S. nin cezası ise adli tıp tavsiyesi ile hamile olması nedeniyle 1999 yılına kadar ertelenir ve 50’şer kırbaçlık iki kısımda uygulanmasına karar verilir. Bu arada aile İran’ı terk etmeye karar verir, P. S. pasaportla, A. D. ise insan kaçakçılarının yardımıyla Van’a kaçarlar. (KORKUT, 2008)

A.D. ve P. S. Avrupa dışından oldukları için Türkiye’de mülteci olma hakkına sahip değildir. Avrupa dışından gelenlerin mülteci olup olmadıkları değerlendirmesi BMYK Türkiye Temsilciliği tarafından yapılmakta ve eğer mülteci olduklarına karar verilirse üçüncü bir ülkeye gönderilmeleri için girişimde bulunulmaktadır. Ailenin başvurusu üzerine BMMYK Türkiye Temsilciliği 2000 yılında çiftin mülteci olmadığına karar verir, temyiz başvurusu da 2001 yılında olumsuz olarak cevaplandırılır. A. D.’nin dosyanın yeniden açılması talebi de 2002 yılında reddedilir ve dosya üzerinde nihai karar verilir. BMMYK’nin dosyayı kapadığı bilgisini alan Türk makamları o ana kadar aile için verdiği oturma iznini uzatmama kararı alır. 2003 yılında İçişleri Bakanlığı çift ve Türkiye’de doğan çocuklarının kendi istekleri ile ülkelerine veya bir üçüncü ülkeye gidebileceklerini aksi takdirde sınır dışı edilme riski ile karşı karşıya kalabileceklerini kendilerine bildirir. 2003 yılında AİHM’ne başvuran aile, geri gönderilmeleri durumunda Sözleşme’nin işkence yasağına ilişkin 3. maddesine, etkili başvuru hakkına yer veren 13. maddesine ve ayrımcılık yasağını düzenleyen 14. maddesine aykırılık oluşacağını iddia eder. 30 Haziran 2005 tarihinde AİHM Üçüncü Dairesi başvuruyu kabul edilebilir bulur, 22 Haziran 2006 tarihinde de mahkeme davacıyı haklı bularak, sınır dışı işlemi gerçekleşirse Türkiye’nin AİHS’nin üçüncü maddesini ihlal edeceği uyarısında bulunur. (KORKUT, 2008)

Dava sürerken Türk devleti yaptığı savunmasında İranlı başvurucuların Avrupa dışından geldiklerini, Türkiye’nin kabul ettiği coğrafi sınırlandırma nedeniyle bir sorumluluğunun bulunmadığını, konu ile ilgili olarak BMMYK’nin P. S.’ye verilen kırbaç cezasının ertelenmesi ve “sembolik” nitelikte görülmesi nedeniyle başvuruları reddettiğini, Türkiye'nin uluslararası sorumluluklarını göz ardı etmediğini ileri sürer. Mahkeme, kırbaç cezasının hem aşağılayıcı hem de insanlık dışı bir ceza olduğunu daha önceki kararlarında da vurguladığını belirterek, bir insanın başka bir insana, üstelik kamusal alanda fiziki şiddet uygulamasının kendi başına insanlık dışı bir davranış olduğuna karar verir ve gerek Türk devletinin gerekse BMMYK’nin konuyu yeterince değerlendirmedikleri sonucuna varır. Mahkeme’ye göre başvuruculara verilen ceza insanlık onurunu çiğnediği gibi, bireylerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerine de zarar verici niteliktedir (KORKUT, 2008)

BMMYK Birleşmiş Milletlere bağlı olup, BMMYK’nin görevi 1951 Sözleşmesi’nin küresel uygulamasını izlemek ve gözetmektir. 1951 Sözleşmesi’ne taraf olan devletlerin Sözleşme’nin 35. maddesi uyarınca gerçekleştirecekleri mülteci koruma faaliyetlerinde BMMYK ile işbirliği yapmaları beklenmektedir. Bu işbirliği faaliyeti kural olarak BMMYK’ne mültecilerin statüsünü belirleme görevi yüklememektedir. Mülteci statüsünün belirlenmesi, başvurucuların 1951 Sözleşmesi kapsamında mülteci sıfatını taşıyıp taşımadıklarının araştırılmasıdır. Türkiye’de de Avrupa dışından gelen mültecilerin statülerinin belirlenmesi işlevi uzun süre BMMYK’ya bırakılmış, BMMYK kararı devlet tarafından da onaylandığında kişi mülteci olarak nitelendirilmiştir.

Kararın asıl dikkat çeken yönü "D. Türkiye’ye karşı kararının işaret ettiği bir gerçek, bu tür davalarda başvurucular hakkında BMMYK tarafından yapılan değerlendirme sonucunda verilen kararların devlet tarafından uygulanması durumunda sorumluluğun sadece devlete ait olacağıdır. AİHM kararından kolayca anlaşılabileceği gibi tüm değerlendirme BMMYK tarafından yapılmış, Türk devleti başvuruculara mülteci statüsünün verilmeme gerekçesini tam olarak AİHM’ne dava açıldıktan sonra öğrenmiştir. Hatta, denilebilir ki bu davada devlet kendisine ait olmayan bir değerlendirme neticesinde aleyhine bir mahkeme kararıyla karşı karşıya kalmıştır." (KORKUT, 2008)

Karar sonrasında, İçişleri Bakanlığı’nın çıkarmış olduğu Türkiye’ye İltica Eden veya Başka Bir Ülkeye İltica Etmek Üzere Türkiye’den İkamet İzni Talep Eden Münferit Yabancılar ile Topluca Sığınma Amacıyla Sınırlarımıza Gelen Yabancılara ve Olabilecek Nüfus Hareketlerine Uygulanacak Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik yayınlanmış, ilgili idari birimlere mülteci statü belirleme yetkisi verilerek, bu yetki BMMYK’dan alınmıştır. (http://www.multeci.org.tr/wp-content/uploads/2016/12/1994-Yonetmeligi.pdf, 1994)

Anılan yönetmeliğin 6. maddesine göre " Türkiye'ye iltica eden veya başka bir ülkeye iltica etmek üzere Türkiye'den ikamet izni talep eden münferit yabancıların talepleri, 1951 tarihli Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Cenevre Sözleşmesi ile Mültecilerin Hukuki Statüsüne ilişkin 31 Ocak 1967 tarihli Protokol ve bu Yönetmelik gereğince İçişleri Bakanlığı'nca karara bağlanır."

BMMYK işlevi yönetmeliğin 7. maddesi ile işbirliği şekline dönüştürülmüştür. 

7. maddeye göre  " İçişleri Bakanlığı, Türkiye'ye iltica eden veya başka bir ülkeye iltica etmek üzere Türkiye'den ikamet izni talep eden münferit yabancılara ilişkin işlemler ile barınma, iaşe, nakil, üçüncü ülkelere kabul, gönüllü geri dönüş, pasaport ve vize temini gibi hususlarda, diğer bakanlık, kurum ve kuruluşlar ile Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği, Uluslararası Göç Örgütü gibi uluslararası kuruluşlar ve sivil toplum örgütleri ile işbirliğinde bulunabilir."

10 Eylül 2018 tarihi itibariyle mülteci statüsü belirleme yetkisi Göç İdaresi Genel Müdürlüğü'ne verilmiştir. 

E-SONUÇ

Mülteci statüsünün belirlenmesine ilişkin kıstaslar uluslararası sözleşmelerle belirlenmeyerek bu konuda devletlere serbesti tanınmıştır. Ülkemizde, Mülteci statüsünün belirlenmesi yetkisi ilk önce Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği Türkiye Ofisine aitken, 10 Eylül 2018 tarihi itibariyle bu yetki Göç İdaresi Genel Müdürlüğü'ne verilmiştir. Yabancılar Ve Uluslararası Koruma Kanunu ile Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği El Kitabında ilkeler nispeten de olsa benimsenerek buna paralel düzenlemeler kabul edilmiştir.

Kanaatimizce, 1994 öncesi dönemde mülteciler alanını BMMYK’ne devreden anlayış bu tarihten sonra ortada kalkmış, artık devletin yetkili organları bu konuda karar merciine dönüşmüştür.

Devletin özellikle AİHM nezdinde mültecilerle ilgili davalarda taraf olduğu ve AİHM'in kararı nazara alındığında, mültecilik statüsünün belirlenmesi yetkisinin BMMYK'den alınarak Göç İdaresi Genel Müdürlüğüne verilmesi oldukça yerinde bir düzenlemedir. Aksi bir düzenlemenin devletin egemenlik yetkisi ile de bağdaşmayacağı izahtan varestedir.

KAYNAKÇA

Anayasa Mahkemesi. (2017, 07 06). Basın Duyurusu No: BB 12/17. 12 1, 2018 tarihinde http://www.anayasa.gov.tr: http://www.anayasa.gov.tr/icsayfalar/basin/kararlarailiskinbasinduyurulari/bireyselbasvuru/detay/117.html adresinden alındı

Birleşmiş Milletler Mülteci Örgütü. (2001-2018). 11 30, 2018 tarihinde https://www.unhcr.org: https://www.unhcr.org/tr/multeci-statusu-belirleme adresinden alındı

Birleşmiş Milletler Mülteci Örgütü. (2018). 11 30, 2018 tarihinde https://help.unhcr.org: https://help.unhcr.org/turkey/tr/information-for-non-syrians/reception-registration-and-rsd-with-unhcr/ adresinden alındı

Birleşmiş Milletler Mülteci Örgütü. (2001-2018). UNHCR’nin Tarihçesi. 11 30, 2018 tarihinde https://help.unhcr.org: https://www.unhcr.org/tr/unhcrnin-tarihcesi adresinden alındı

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği El Kitabı. (2013). Mülteci Statüsünün Belirlenmesi. 

KORKUT, L. (2008). AİHM Kararlarının Devletlerin Sığınmacıları Sınırdışı Etme Egemen Yetkisine Etkisi. Ankara Barosu (4), 31,32.

 http://www.multeci.org.tr/wp-content/uploads/2016/12/1994-Yonetmeligi.pdf. (1994, 9 14). 1 6, 2019 tarihinde http://www.multeci.org.tr: http://www.multeci.org.tr/wp-content/uploads/2016/12/1994-Yonetmeligi.pdf adresinden alındı