
Mültecilik Statüsü
I- MÜLTECİLİK KAVRAMI
A-TANIMI
Arapça kökünden gelen mülteci kelimesi, "bir yere kaçan, iltica eden" sözcüğünden alıntıdır. Mülteci kelimesinin TDK sözlüğündeki karşılığı sığınmacıdır.
Her ne kadar, TDK sözlüğünde mülteci kelimesinin karşılığı sığınmacı olarak gösterilmişse de, bu iki kelime farklı anlamlar ifade etmektedir.
Mültecilerin Hukuki Durumuna İlişkin 1951 tarihli Sözleşmenin 1/A-2. maddesinde mülteci "1 Ocak 1951'den önce meydana gelen olaylar sonucunda ve ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri yüzünden, zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan, ya da söz konusu korku nedeniyle, yararlanmak istemeyen; yahut tabiiyeti yoksa ve bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen her şahıs" olarak tanımlanmıştır.
Sığınmacı ise devletlerin kendi topraklarında veya başka bir yerde koruma sağladıkları kişi ya da kişilerdir. Sığınmacı uluslararası hukuk anlamında, mülteci başvurusunu yapmış ve fakat henüz işlemleri tamamlanmamış yabancıyı ifade etmektedir. (TÖRE, Uluslararası Göç Hukuku, 2016, s. 95)
Mültecilerin Hukuki Durumuna İlişkin 1951 tarihli Sözleşme, mülteci kavramının tanımı yapan ilk uluslararası sözleşmedir.
Türkiye bu sözleşmeye, Cenevre'de 28 Temmuz 1951 tarihinde imzalanmış olan Mültecilerin Hukuki Durumuna dair Sözleşmenin onaylanması hakkında Kanun'un 2. maddesiyle "Bu Sözleşmenin hiç bir hükmü, mülteciye Türkiye'de Türk uyruklu kimselerin haklarından fazlasını sağladığı şeklinde yorumlanamaz." şeklinde itirazı kayıt düşmüştür.
Öte yandan; kanunla birlikte yayınlanan deklarasyonun B bendinde "İşbu Sözleşmenin tahmil ettiği vecibeler bakımından Cumhuriyet Hükümeti, 1 inci maddenin (B) fıkrasındaki «1 Ocak 1951 den evvel cereyan eden hâdiseler» ibaresini, «1 Ocak 1951 den önce Avrupa'da cereyan eden hâdiseler» şeklinde anlamaktadır." denilerek Türk Hukuku bakımından sadece Avrupa'dan gelen kişilere mülteci statüsünün tanınabileceği açıkça ifade edilmiştir.
Bu nedenle, öncelikle açıklanması gereken husus, bizim hukukumuz açısından, sadece Avrupa'dan gelen kişilerin mülteci sıfatına sahip olabileceğidir.
Türkiye, 1968 yılında, 1967 tarihli New York Protokolü'nü onaylarken de hiç bir mülteciye Türk vatandaşlarına nazaran daha fazla hak verilemez yönündeki anlayışını, aynen devam ettirmiştir. Bununla birlikte, mülteci statüsüne zaman bakımından getirilen sınırlama kaldırılmıştır. Yani Türkiye bundan böyle 1 Ocak 1951 tarihinden önce veya sonra meydana gelen bütün olaylar için mülteci statüsü verecektir. (TÖRE, Uluslararası Göç Hukuku, 2016, s. 93)
B- UNSURLARI
Mültecilerin Hukuki Durumuna İlişkin 1951 tarihli Sözleşmenin 1. maddesinden hareketle, bir yabancının mülteci statüsüne girebilmesi için gerekli unsurlar şunlardır:
1-VATANDAŞI OLDUĞU ÜLKENİN DIŞINDA BULUNMA
Şahsın; 1951 tarihli Cenevre Sözleşmesi kapsamında mülteci statüsünden faydalanabilmesi için gerekli ilk şart vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunmasıdır.
1951 Sözleşmesi, “uluslararası koruma” için vardır ve uluslararası koruma mekanizmasının harekete geçirilebilmesi için, “sınırların geçilmesi” gerekmektedir. Ülke içerisinde yer değiştirmiş kişiler mültecilerle aynı nedenlerle yer değiştirmiş olabilirler; ancak kendi ülkelerinde kalmışlardır ve halen o ülkenin hukukuna tabidirler. (ERGÜVEN & ÖZTURANLI, 2013, s. 1022)
Öte yandan; birden fazla vatandaşlığa sahip olan bir mülteci açısından "vatandaşı olduğu ülke" ifadesi, bunun vatandaşlığına sahip olduğu ülkelerden her birini ifade eder. Yani bu kişinin mülteci sıfatı elde edebilmesi için, vatandaşı olduğu ülkelerden hiç birisinin korumasından faydalanamıyor olması gerekir. (TÖRE, Uluslararası Göç Hukuku, 2016, s. 91)
2-ZULME UĞRAMAKTAN HAKLI NEDENLERE DAYALI KORKU
Zulme uğramaktan haklı nedenlere dayalı korku unsurunun temelini “zulüm” kavramı oluşturmaktadır. (ERGÜVEN & ÖZTURANLI, 2013, s. 1022)
Zulüm, haksızlık, işkence, acı verme olarak tanımlanabileceği gibi; zulüm sayılan eylemin kasıtlı olması da gerekir. (ALTINIŞIK & YILDIRIM, 2002, s. 10)
Burada önemle belirtilmesi gerekli bir diğer husus da, zulme uğramaktan haklı nedenlere dayalı korkunun kişinin; ırk, din, tabiiyet, belli bir toplumsal gruba mensubiyet veya siyasi düşünce sebeplerinden birine dayanması gerektiğidir.
Kanaatimce, temel insan haklarının ihlal edilmesi, öldürme ve işkence evleviyetle zulüm sayılmalıdır.
Zulüm niteliğindeki eylemlerin, devlet tarafından gerçekleştirilme zorunluluğu bulunmamakta; devlet dışı aktörlerin fiillerinin de zulüm korkusuna neden olabileceği kabul edilmektedir. (ÇİÇEKLİ, 2009, s. 54)
Özetle, bir kişinin mülteci statüsüne girebilmesi için zulüm korkusuyla vatandaşı olduğu ülke dışında bulunması veya vatansız olması ve kendi ülkesinin veya önceden yaşadığı ülkenin korumasından yararlanmaması/yararlanamaması ve bu durumun haklı bir sebebe dayanmasıgerekir. Haklı sebep kavramının yorumlanması hususunda devletlerin yetkili kuruluşlarının takdir hakkı bulunmakla birlikte, kuşkusuz; bunun sınırı ise uluslararası sözleşmelerle tanınan temel haklardır.
II. MÜLTECİLİK STATÜSÜNÜN KAZANILMASINA ENGEL HALLER
Mültecilerin Hukuki Durumuna İlişkin 1951 tarihli Sözleşmenin 1/D maddesine göre, "Bu Sözleşme, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği dışında, diğer bir Birleşmiş Milletler organı veya örgütünden halen koruma veya yardım gören kimselere uygulanmayacaktır. Durumları, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun konuyla ilgili uygun kararları çerçevesinde kesin olarak halledilmeden, yararlandıkları bu tür koruma veya yardımlar herhangi bir sebeple sona eren kişiler, iş bu Sözleşme'den tamamen yararlanırlar. "
Kanaatimce, bu düzenlemeyle, Mültecilik statüsüne sahip kişilerin, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği dışında BM'ye bağlı başka bir örgütten yardım görmesi engellenerek, bu şekilde BM'nin yardımlarının hakkaniyetli bir şekilde yapılması amaçlanmıştır. Mültecilerin yararlandıkları bu tür koruma ve yardımların kesilmesi halinde sözleşmeden yeniden yararlanmaya başlayacaklarına ilişkin düzenleme de bu amaca yöneliktir.
Sözleşmenin, 1/E maddesine göre," Bu Sözleşme, ikamet ettiği ülkenin yetkili makamlarınca o ülke vatandaşlığına sahip olanların sahip bulundukları hak ve yükümlülüklere sahip sayılan bir kişiye uygulanmayacaktır."
Maddede, mültecilik statüsü tanınan kişinin o ülke vatandaşlarının sahip olduğu hak ve yükümlülüklere sahip olması halinde, bu kişiye sözleşme hükümlerinin uygulanmayacağı açıkça ifade edilmiştir.
III. MÜLTECİLİK STATÜSÜNÜN UYGULANMAYACAĞI
KİŞİLER
Mültecilerin Hukuki Durumuna İlişkin 1951 tarihli Sözleşmenin 1/F maddesine göre,
“Bu Sözleşme hükümleri:
a- Barışa karşı suç, savaş suçu veya insanlığa karşı suç gibi suçlar için hükümler koyan uluslararası belgelerde tanımlanan bir suç işlediğine;
b- Mülteci sıfatıyla kabul edildiği ülkeye sığınmadan önce, sığındığı ülkenin dışında ağır bir siyasi olmayan suç işlediğine;
c- Birleşmiş Milletler'in amaç ve ilkelerine aykırı fiillerden suçlu olduğuna; dair hakkında ciddi kanaat mevcut olan bir kişi hakkında uygulanmayacaktır.”
Hükme göre, barışa karşı suç, savaş suçu veya insanlığa karşı suç işlediğine, sığındığı ülke dışında ağır bir siyasi olmayan suç işlediğine ve BM'nin amaç ve ilkelerine aykırı fiillerden suçlu olduğuna dair ciddi kanaat mevcut olan kişilere bu sözleşme hükümleri uygulanmayacaktır.
a-Barışa karşı suç, savaş suçu veya insanlığa karşı suç işleyenler:
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin yargı yetkisini tanımadığı ve taraf olmadığı Roma Statüsü’nün 7. maddesinde insanlığa karşı suçlar tanımlanmıştır.
7.maddeye göre, İnsanlığa Karşı Suçlar:
""1. Bu tüzüğün amaçları bakımından “insanlığa karşı suçlar”, herhangi bir sivil nüfusa karşı yaygın veya sistematik bir saldırının parçası olarak işlenen aşağıdaki eylemleri kapsamaktadır:
(a) öldürme;
(b) toplu yok etme;
(c) köleleştirme;
(d) nüfusun sürgün edilmesi veya zorla nakli;
(e) uluslararası hukukun temel kurallarını ihlal ederek, hapsetme veya fiziksel özgürlükten başka biçimlerde mahrum etme;
(f) işkence;
(g) ırza geçme, cinsel kölelik, zorla fuhuş, zorla hamile bırakma, zorla kısırlaştırma veya benzer ağırlıkla diğer cinsel şiddet şekilleri;
(h) paragraf 3’te tanımlandığı şekliyle, herhangi bir tanımlanabilir grup veya topluluğa karşı, bu paragrafta atıf yapılan herhangi bir eylemle veya Mahkemenin yetki alanındaki herhangi bir suçla bağlantılı olarak siyasi, ırki, ulusal, etnik, kültürel, dinsel, cinsel veya evrensel olarak uluslararası hukukta kabul edilemez diğer nedenlere dayalı zulüm;
(i) zoraki kayıplar;
(j) ırk ayrımcılığı (apartheid) suçu;
(k) kasıtlı olarak ciddi ıstıraplara ya da bedensel veya zihinsel veya fiziksel sağlıkta ciddi hasara neden olan benzer nitelikteki diğer insanlık dışı eylemler.""olarak sıralanmıştır.
Savaş sırasında, savaş hukukunun benimsediği kurallara aykırı şekilde ve askeri güç kullanmaktan kaynaklanan her türlü kötü niyetli fiil, prensip olarak savaş suçu kapsamında değerlendirilmelidir. Bu nedenle, organize şekilde (örgütlü) veya toplu olarak işlenen fiillerin yanında, sahip olunan askeri gücün kötüye kullanılması suretiyle işlenen bireysel hukuka aykırılıklar da, Savaş Hukuku ve dolayısıyla savaş suçu kapsamında kabul edilmelidir. Savaş sırasında birkaç asker tarafından işlenen cinsel saldırı, cinsel istismar, işkence, insan öldürme ve insan yaralama fiilleri savaş suçu kapsamında sayılabilir. (Şen, 2015)
Bu suçlardan herhangi birini işleyen kişiye mülteci statüsü verilmeyecektir.
b-Sığındığı ülkenin dışında siyasi olmayan ağır bir suç işleyenler:
Bu hükme göre, siyasi nitelikte suç işleyen kişiler, mülteci statüsüne alınabilecekken, siyasi olmayan suç işlediği konusunda haklarında ciddi kanaat bulunan kişiler mülteci statüsüne alınmayacaktır.
c-Birleşmiş Milletler'in amaç ve ilkelerine aykırı fiillerden suçlu olanlar:
BM; dünya barışını, güvenliğini, sosyal ilerlemeyi, yaşam standartlarını yükseltmeyi, insan haklarını desteklemeyi ve dostane ilişkileri geliştirmeyi amaçlayan bir kuruluştur. (ESKİER, 2017)
Dolayısıyla bu ilke ve amaçlara aykırı eylemde bulunan kişilere de mültecilik statüsü verilmeyecektir.
IV. MÜLTECİLİK STATÜSÜNÜN KAYBEDİLMESİ
Mültecilerin Hukuki Durumuna İlişkin 1951 tarihli Sözleşmenin C fıkrasına göre, Yukarıdaki kısım A'da belirtilen hükümlerin kapsamına giren her kişi eğer:
1- Vatandaşı olduğu ülkenin korumasından kendi isteği ile tekrar yararlanırsa veya
2- Vatandaşlığını kaybettikten sonra kendi arzusu ile tekrar kazanırsa; veya
3- Yeni bir vatandaşlık kazanmışsa ve vatandaşlığını yeni kazandığı ülkenin himayesinden yararlanıyorsa veya
4- Kendi arzusu ile terk ettiği veya zulüm korkusu ile dışında bulunduğu ülkeye kendi arzusu ile tekrar yerleşmek üzere dönmüşse veya
5- Mülteci tanınmasını sağlayan koşullar ortadan kalktığı için vatandaşı olduğu ülkenin korumasından yararlanmaktan sakınmaya artık devam edemezse;
İşbu fıkra, vatandaşı olduğu ülkenin himayesinden yararlanmayı reddetmek için önceden geçerli zulme ait haklı sebepler ileri sürebilen, maddenin A 1 kısmının kapsamına giren bir mülteciye tatbik olunmayacaktır;
6- Tabiiyetsiz olup da, mülteci tanınmasını yol açan koşullar ortadan kalktığı için, normal ikametgahının bulunduğu ülkeye dönebilecek durumda ise; Ancak işbu fıkra, normal ikametgahının bulunduğu ülkeye dönmeyi reddetmek için önceden maruz kaldığı zulme bağlı haklı sebepler ileri sürebilen, bu maddenin A 1 kısmının kapsamına giren bir mülteciye uygulanmayacaktır.
Bu kişiye, işbu Sözleşme'nin uygulanması sona erecektir.”
V-YABANCILAR VE ULUSLARARASI KORUMA KANUNU'NA GÖRE MÜLTECİLER
Türkiye, Yabancılar Ve Uluslararası Koruma Kanunu ile dört çeşit hukuki statü benimsemiştir. Bunlar; mültecilik, şartlı mültecilik, ikincil koruma ve geçici koruma statüleridir.
KanununMülteci tanımını yapan 61. maddesi, 1951 Cenevre Sözleşmesi’nin 1/A-2 hükmünün tekrarı gibidir. Maddeye göre, "Avrupa ülkelerinde meydana gelen olaylar nedeniyle; ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşüncelerinden dolayı zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan ya da söz konusu korku nedeniyle yararlanmak istemeyen yabancıya veya bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen vatansız kişiye statü belirleme işlemleri sonrasında mülteci statüsü verilir."
61. madde hükmü, Türkiye’nin 1951 Cenevre Sözleşmesi’ne koyduğu itirazı kayıt ile uyum halindedir.
VI- SONUÇ
Mültecilerin Hukuki Durumuna İlişkin 1951 tarihli Sözleşmeye taraf devletlere, coğrafi açıdan itirazı kayıt konusunda bir serbesti tanınmıştır. Türkiye de; sözleşmeyi bu itirazı kaydı koyarak onaylamış, sadece Avrupa'da meydana gelen olaylar sebebiyle ülkemize gelen sığınmacıları mülteci olarak kabul edeceği yönündeki iradesini açıkça ifade etmiştir.
Türkiye'nin Cenevre Sözleşmesine koyduğu itirazı kayıt, hem de bu itirazı kayıt ile uyum halinde olan Yabancılar Ve Uluslararası Koruma Kanunu'nun 61. maddesine göre Suriyeli Sığınmacıların mülteci olarak kabul edilmesi mümkün değildir.
Kanaatimce; Suriye olayları nazara alındığında, Türkiye'nin Cenevre Sözleşmesine koyduğu itirazı kaydın ne kadar haklı ve yerinde olduğu açıkça ortaya çıkmıştır.
KAYNAKÇA
ALTINIŞIK, Ç., & YILDIRIM, M. Ş. (2002). Mülteci Haklarının Korunması. Ankara Barosu , 10.
ÇİÇEKLİ, B. (2009). Yabancılar ve Mülteciler Hukuku.
ERGÜVEN, N. S., & ÖZTURANLI, B. (2013). ULUSLARARASI MÜLTECİ HUKUKU ve TÜRKİYE . AÜHFD , 1022.
ERGÜVEN, N. S., & ÖZTURANLI, B. (2013). ULUSLARARASI MÜLTECİ HUKUKU ve TÜRKİYE. AÜHFD , 1022.
ESKİER, U. (2017, 10 4). www.makaleler.com. 10 22, 2018 tarihinde www.makaleler.com web sitesi: https://www.makaleler.com/birlesmis-milletler-nedir adresinden alındı
Şen, E. (2015, 06 06). Savaş Suçu. 10 22, 2018 tarihinde http://www.haber7.com: http://www.haber7.com/yazarlar/prof-dr-ersan-sen/1400308-savas-sucu adresinden alındı
TÖRE, N. (2016). Uluslararası Göç Hukuku. Ankara: Turhan Kitabevi.
TÖRE, N. (2016). Uluslararası Göç Hukuku. Ankara: Turhan Kitabevi.